24 Kasım 2019 Pazar

Ergonomi ve Antropometri

                                                                    Ergonomi

"Fiziksel çevrenin insana uyumlaştırılması süreci" ne ergonomi denir.

İş yükü ve çalışma gücünün en iyi şekilde dengelenip, hem çalışanın sağlığını koruyan, hem de üretimin artmasını sağlayan insan – makine – çevre sisteminin başarılması için biyolojik bilginin anatomi, fizyoloji ve deneysel psikoloji alanlarında uygulanmasına ergonomi denir.

Ergonomi, kişisel çalışma bilimidir, insan organizmasının özelliklerin ve yeteneklerini araştırarak işin insana, insanın işe uyumu için gerekli şartları sağlar. İnsanların yeteneklerini fark etmesini ve etkili bir şekilde kullanılmasını sağlayarak insanın çalışırken aşırı zorlanmalar yüzünden yıpranmasını önler ve bu uyum sayesinde iş başarımını artırır.

Antropometri



Antropometri; insan vücudunun boyutları ile ilgilenen özel bir bilim dalı olup, Yunanca’da “insan” anlamında kullanılan anthropos ve “ölçüm” anlamında kullanılan metron kelimelerinden türetilmiş olup, antropometri, vücudun belli bölümünün hareketsiz durumu, ağırlık merkezi ve hacim gibi vücudun belli fiziksel özellikleri ve boyutları ile ilgilenen bilim dalı şeklinde tarif etmek de mümkündür. Başka bir ifade ile antropometri; insan vücut ölçüleri ve vücut hareketlerinin mekanik yönleri ile bu hareketlerin frekans ve sınırları gibi insan vücut özellikleri ile uğraşan bir bilim dalıdır. Tasarlanacak sisteme veya mekâna ilişkin kullanıcının gereksinim duyduğu donanımın, aygıtların, yakın çevresinin tasarlanmasında etkili olan, hareketli ve/veya hareketsiz durumda vücut ölçülerinin, kapasitelerinin bilimsel ölçüm metotları kullanılarak saptanması amaçlanır.

SAĞLAMLIK

                Bir yapının en görünür kısmı strüktürü yada onu ayakta tutan sistemidir. Mimarlar ve mühendisler çok az malzemeyle çok iş yapan yer çekimine meydan okur görünen strüktürler kullanmayı severler. her an yıkılacakmış gibi görünen kırılgan bir strüktüre bakarken duyduğumuz gerilim yapıyı taşıyan iskeletle gördüğümüz şey arasındaki yani ‘’fiziksel strüktür’’ ile ‘’algısal strüktür’’ arasındaki farklılığı sergiler .yer çekiminin etkisini ilk adımlarımızı attığımızda itibaren hissediyoruz.mimari strüktürün özü yer-çekiminin sürekli çekimine karşı nesnelerin yere düşmeyeceğinden emin olmaktır.mimarlık algımızın bir kısmı kuvvetlerin yapılarda nasıl ele alındığının bu empatik çözümlemesiyle uğraşmak zorundadır.bu yüzden atina daki panteon u gördüğümüzde biri diğerine baskın olmayan düşey ve yatay ögeler arsında kurulan özenli bir dengenin incelikli kuvvetler dengesini öne çıkardığını ve böylece yunan felsefesi idealini örneklendirir.

Dikme ve lento :
Strüktürün başlangıcı ister taştan,tuğladan.kerpiç yada balçık bloklardan,ister cam bloklardan yada başka değişik malzemelerden yapılmış olsun duvardır.duvarlarla çevrili oda da ışık ve görüş olmadığı için bu duvarın acıkması gerekir.bu açığın üzerindeki bloklar yada tuğlalar yer çekimine karşı desteklenmektedirler kirş ve bir kemer aracılığıyla yapılır.yukarıdaki duvarı taşımak için bir duvara yerleştirilmiş kirişe lento denir.

Kirişli sistem:
Arkeolojik ve antropolojik kalıtlarda ahşap yada bağlı papürüs kamıştan kolon ve kiriş sistemlerinin kullanıldığı görülmüştür.böyle bir sisteme kirişli sistem denir.

Konsol kiriş:
Kirişin kolonun ucunun ilerise uzatılması bir kolon kiriş ile sonuçlanır.

İlk taşıyıcı sitemler:

  • ·         Dorik sütunlar
  • ·         İyon düzeni
  • ·         Karint düzeni
  • ·         Çerçeveler
  • ·         Kemer
  • ·         Tonozlar
  • ·         Kafes kirşler
  • ·         Uzay kafesi ve geodezik kubbeler
  • ·         Kabuklar
  • ·         Asma srüktürZar(çadır) ve şişirilmiş strüktür

RENK

           Çizgi, desen, şekil ve diğer birkaç unsurla birlikte renk, sanat eserini oluşturan temel yapı taşlarından biridir. Renk, eserin havasını değiştirmek için kullanılabilir, izleyicinin gözünü paletin belli bir noktasına çeker ve bir sanat eserindeki çeşitli nesneleri tanımlar. Sanatçının renk konusunda verdiği kararlar gelişi güzel gibi gözükebilir, ama çoğu zaman sanatçının bir amacı vardır.
        Çocuklara genellikle üç ana renk öğretilir: Kırmızı, sarı ve mavi (KSM). Onlara, bu renklerin farklı oranlarda karıştırılmasıyla hayal edilebilecek her rengin oluşturulabileceği söylenir. Bu, genellikle doğrudur, ama aslında KSM, ana renklerin yalnızca bir kümesidir. Başka renkler elde etmek için farklı renk karışımları da kullanılabilir: kırmızı, yeşil ve mavi (KYM) ve camgöbeği, mor ve sarı (CMS) gibi. Öte yandan, çoğu sanatçı için kırmızı, sarı ve mavi en gözde ana renkler olmaya devam ediyor.
İki ana renk karıştırılarak elde edilen renklere (örneğin, kırmızı ve mavinin karıştırılmasıyla elde edilen mora) ikincil renkler denir. Bir ana renkle ikincil bir renk ya da iki ikincil renk karıştırılarak elde edilen renklere ise üçüncül renkler denir; örneğin, mavi ile yeşilin karıştırılmasıyla elde edilen turkuaz gibi.
       Aristoteles’in, bir rengin izleyicide uyandırdığı izleminin, o renge ışığın nasıl vurduğuna bağlı olarak değişebileceğini öne sürmesiyle tamamlayıcı renk kavramı şekillenmeye başladı. Daha sonraları Aziz Thomas Aquinas, on üçüncü yüzyılda bu kavramı geliştirerek belli renklerin, bazı renklerle yan yana geldiğinde daha hoş göründüğüne dikkat çekti. Sözgelimi mor beyazla yan yana geldiğinde, siyahla birlikteyken olduğundan daha güzel görünüyordu. Rönesans döneminde Leonardo da Vinci gibi sanatçılar da kırmızı ve yeşil gibi bazı renklerin, yan yana koyulduğunda daha güzel göründüklerini fark ettiler, ama bunun nedenini çözemediler.
1704’te Isaac Newton Rönesans santçılarının gözlemlerinden yola çıkarak yedi renge bölünmüş bir daire oluşturdu. Birbirinin karşısında yer alan en fazla kontrast oluştururken, yan yana olan renkler en az kontrast oluşturuyordu. Daha sonraları onun dairesi, on iki dilime bölünerek bugünkü sanatçıların tabiriyle “renk çemberi” oluşturuldu.
“Tamamlayıcı renkler” terimi ilk kez, Britanya’da yaşayan Benjamin Thompson adındaki Amerikalı bir bilimci tarafından ortaya atıldı. Thompson yanan mumları gözlemlerken mumun ürettiği renkli ışığın ve gölgenin birbirini “tamamlayan” renkler içerdiğini fark etti (gri ya da siyah olarak görünen gölgeler, aslında onlara şekil veren ışığın oluşturduğu karışık renklerin bir bileşimiydi.) Bu olayın, spektrumun bütün renkleri için geçerli olduğuna ve her bir rengin onu eksiksiz tamamlayan bir eşinin olması gerektiği kanısına vardı.
Daha sonraları sanatçılar ve bilimciler, tamamlayıcı renklerin özelliklerinin, sadece yan yana kullanıldıklarında güzel görünmekten ibaret olmadığını keşfettiler. Nitekim zemin oluşturan rengin üzerine gelen bir başka renk, zemin rengini tamamlayan rengin özelliklerine bürünür. Örneğin, sarı zemin üzerine konulmuş bir kırmızı kurdele hafif mor bir ton kazanır, çünkü pembe sarının tamamlayıcı rengidir.
          

ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ

                   Restorasyon, onarım ve teşhir tanzim çalışmaları tamamlanarak çağdaş müzecilik anlayışına göre yenilenen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 13 Mayıs 2014 tarihinde geniş protokol katılımı ile ziyarete açılmıştır. Anadolu kültür tarihindeki konumunu özenle korumaya devam eden ve 1997 yılında Avrupa’da yılın müzesi seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi, uygarlıklara kapısını yeniden açarak ziyaretçilerini ağırlamaya devam etmektedir.
Anadolu Medeniyetleri Müzesinin yenilenen teşhiri, Kültür Varlıkları ve Müzeler GenelMüdürlüğünün destek ve katılımıyla Ankara Rölöve Müdürlüğü uzmanlarının kontrolünde çağdaş müzeciliğin gereksinimlerine uygun olarak yeniden tasarlanmıştır. Çok sayıda mimar, iç mimar, grafiker, inşaat mühendisi, arkeolog ve müze araştırmacıları ile bilgi işlem uzmanlarının da katkılarıyla geliştirilen ve uygulanan fikirler doğrultusunda gerçekleşen tasarımlar ile teşhir ve tanzim sağlanmıştır. Müze binasının, yani tarihî bedestenin iç mekânlarını eser sergilemeye uygun hâle getirmek üzere bazı değişikliklere gidilmiştir. Böylece müzeye girişten itibaren uygulanan yeni tasarımın etkileri, en üst düzeyde hissedilmektedir. Bu tür uygulamalar için müzecilik bilimine ait her türlü teknoloji kullanılmış ve bütün salonlarda başarıyla uygulanmıştır. Restorasyon, onarım ve teşhir tanzim çalışmaları tamamlanarak çağdaş müzecilik anlayışına göre yenilenen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 13 Mayıs 2014 tarihinde geniş protokol katılımı ile ziyarete açılmıştır. Anadolu kültür tarihindeki konumunu özenle korumaya devam eden ve 1997 yılında Avrupa’da yılın müzesi seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi, uygarlıklara kapısını yeniden açarak ziyaretçilerini ağırlamaya devam etmektedir. Anadolu arkeolojisinin Paleolitik Çağdan başlayarak Roma Dönemi sonuna kadar kronolojik bir sırayla sergilendiği teşhir düzeninde ziyaretçiler, sadece eserleri görmekle kalmayacak aynı zamanda söz konusu dönemlerin günlük yaşantısının ve doğal ortamının canlandırıldığı görsellerden benzersiz bir kazanım ile eğitim alacaklar. Müze sergileme salonlarındaki vitrinlerin yeni düzeni ile sergileme, aydınlatma ve bilgilendirme çok daha yararlı olacak şekilde ziyaretçilere fayda sağlayarak müze gezme bilinci vermekte ve farkındalığı arttırmaktadır. Ana girişte müze yapılarının tarihçesi ile müzenin kuruluşunu anlatan yani bedestenin müzeye dönüştürülme öyküsünün anlatıldığı bir belgesel, dev ekranda, İngilizce ve Türkçe olarak izlenebilmektedir. Böylece yerli ve yabancı ziyaretçiler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi hakkındaki görsel bilgileri ilk etapta öğrenerek gezilerine bu kazanımla devam etmektedirler. Anadolu arkeolojisinin belleğini bünyesinde barındıran müzemiz, kronolojik bir sırayla mevcut eserlerin konumlarını değişik bilgi şemaları üzerinden görebilmemizi sağlayan interaktif ekranları, farklı salonlarda ziyaretçilerimizin kullanımına sunulmuştur. Müzenin girişindeki dokunmatik led ekrana konumlandırılmış Türkiye haritası üzerinde eserlerin yüksek çözünürlüklü fotoğraflarını ve buluntu yerleriyle birlikte eserlere ait bilgileri çoklu dil desteği ile görebilmek mümkündür.
      

                          











































BİR ŞEHİR KURMAK: ANKARA - CERNMODERN

            Ali Cengizkan ve Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde, Vehbi Koç Vakfı ve Koç Üniversitesi VEKAM’ın desteğiyle hazırlanan “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-33” sergisi, Ankara’nın başkent olarak kuruluşunun ilk on yılındaki yapılaşma, modernleşme ve Yenişehir başta olmak üzere kurulum tarihine yakından bakıyor. Bu aynı zamanda “moderne beş kala” barınma kültürüne bakma tarihidir.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, savaş yorgunu bir ülkede, eski Ankara / yeni Ankara ikilemi içinde “yeni” bir “şehrin” nasıl kurulduğunu, Cumhuriyetin ilanından 1933 yılına, yani eşzamanlı biçimde Cumhuriyetin onuncu yılına kadar ortaya konan irade ve olgularla birlikte ele alıyor. Günümüze kadar ihmal edilen, kentin ilk yıllardaki planlanışı, mimari projelerin elde edilmesi, 1933 yılına kadar oluşan barınma kültürü ve yapı stoğu açısından irdeleniyor. Yenişehir’in 1923’teki tabula rasa konumundan, 1933 Kızılay’ına nasıl ulaştığı, üç boyutlu kent modellemeleriyle anlatılıyor. Yeni toplumun gereksindiği “yeni konutun” ne olduğu ve nasıl elde edildiği şehrin sakinlerinden izdüşümlerle betimlenirken; planlı çevrenin toplumsal dinamikler içinde erimesi ve tarih yazımında boşluklar oluşması irdeleniyor.

Sergi kapsamında üretilen üç boyutlu mimari ve kent modellemeleri ve videoları; dönemi konu edinen belgeseller ve dönem filmleri; şehrin sakinlerinin gözlemlerinden oluşan enstantaneler ve nadire kabineleri, profesyonellerin, araştırmacıların ve öğrencilerin yanı sıra, Ankara çalışmalarına ilgi duyan herkesi bir şehrin kuruluşuna tanıklığa davet ediyor. 
            Ankara çalışmalarına ilgi duyan herkesin bu sergiyi gezmesini tavsiye ediyorum. Şu an sürekli olarak geçtiğimiz Kızılay Sıhhiye sokaklarının o eski hali, farklı mimarisi adeta sizi büyülüyor. Çok etkilendiğim bir sergi oldu. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorumve bizleri bu güzel sergi ile buluşturdukları için teşekkür ediyorum.
                  



                



















































Prairie Evleri ve Usonian Evleri

     1867-1959 arasında yaşamış Amerikalı (Wisconsin'de doğmuş) mimar, iç mimar, yazar ve eğitimci olan  Frank Lloyd Wright  özgün mimar...